Biliyorsunuz; siz tutuklandıktan sonra Devrimci Karargah Davası’nı ve sizi anlatan “Hanefi Yoldaş” diye bir
kitap
yazdım. “Hanefi Yoldaş” ismini görünce ne hissettiniz?
Aslında sizin bir alaycı bakış açınız olduğunu, bana böyle bir şeyin yakıştırılamayacağını, ama birilerini zorla monte ettiğini, kitabın da onu hicvettiğini yakaladım. Devrimci Karargah Davası’nda manzara şöyleydi: Sizi devrimciler de, devlet de kabul etmiyor. Siz arada kalmıştınız. İlk savunmanızı yaptığınızda ağlamıştınız. Niye ağladınız?
Devrimciler kabul etmiyor, etmez, normal. Ama oradaki devlet değildi. Beni kabul etmeyen cemaatti ve onların uzantılarıydı. Evet, devletin tepkisi vardı ama tam manasıyla değil, açıkçası. İftiranın bile yakışan şekli vardır. Hiç olmayacak, bir insana hiç yakışmayacak şeylerin söylenmesi çok garip oluyor. Bu garipliği ifade etmekte zorlanıyorsunuz bazen. O kadar anormalin içinde bir şey söylemek de çok zor, orada biraz zorlanmıştım. “Devlet bunu bana nasıl yapar?” diye bir his miydi acaba?
Çok büyük bir haksızlık, çok büyük bir yanlışlık. Belki herkesin bildiği ama bilmiyormuş rolünü oynadığı bir şeyi anlatmanın zorluğunu yaşadığım bir haldi. Siz “karşımdaki devlet değildi” dediniz ama yanınızda da devlet adına kimse yoktu?
Beni sadece mahkemede yargılamadılar. İdari olarak ciddi cezalar aldırıldım. Öyle, bir kenara konmuştum. Bana yaklaşmak risk haline gelmişti. Bana sahip çıkacak insanlar da sıkıntıya girebilirdi. Herkes onu hissediyordu. Solcular sizinle yan yana düşmekten rahatsızdı. Siz solcularla yan yana düşmekten rahatsız oldunuz mu? Ben rahatsız olmam. Kim olursa olsun; yeter ki davasında ve inancında samimi olsun. Oradaki insanların (Devrimci Karargah Davası sanıklarını kastediyor) karşı çıkışları bile çok manalıydı. Benim bulunduğum konumla oranın bağdaşmadığının, bana isnat edilen suçlarla onların alakasının olmayacağının tavrıydı. Bana karşı çıkışları düşmanlık gibiydi ama bir yerde dostluk gibiydi. Çünkü durumumu en iyi onlar ifade ediyorlardı. “Bu adamın bizle alakası yok, bizle alakası olamaz. Biz bu adamla ancak hesap sormak için bir araya geliriz” dediler. Bir duruşma sonunda avukatınız Fidel Okan mahkeme heyetine şunu demişti: “Sizin Hanefi Avcı’yı tahliye etmeyeceğinizi biliyoruz. Biz bundan sonra tahliye dilekçelerimizi size değil, Pensilvanya’ya göndereceğiz.” Nitekim Bakan Mehmet Ali Şahin, bazı hakimlerin Pensilvanya’ya evrak gönderdiğini söyledi. Her ne kadar avukatınız şaka yapmışsa da bunun bir gerçeklik boyutu var. Siz bu kadar olabileceğini tahmin etmiş miydiniz?
Biz Fidel beyin savunmasından sonra o hakimlerin yeni geldiğini, bu kadar sert söylenmemesi gerektiğini konuşmuştuk. Ama sonra Fidel’in doğru olduğunu, bizim yanılmış olduğumuzu anladık. Tabii ki bu kadarını tahmin etmezsiniz. Yargının bu kadar tarafsızlığını yitireceğini, bu kadar taraflı hareket edebileceğini, adaletin adaletsizlik uğruna çalışabileceğini tahmin edemezsiniz. Mahkemeler sürecinde mi öğrendiniz bunu? Öngörülerim vardı ama insanların toplu olarak bu hale yönelebileceğini tahmin edemezsiniz. Birazcık sınırı aşan insanlar olabilir ama akılla mantıkla bağdaşmayacak şeylerle muhatap olursanız cevap vermekte zorlanıyorsunuz. Bizim davada o örgütle (Devrimci Karargah) yakınlığımızı değil, tam tersini ispatlayan belgeler var. Biliyorsunuz, örgütün yurtdışı sorumlusu ile Türkiye’deki insanın konuşması var; alakamın ve bağımın olamayacağını… Örgütün kendi dokümanı var.
Örgüt de zaten rahatsız.
(Gülüyor) Örgüt de rahatsız. Örgüt hatta kasıtlı yapıldığını, kendilerini yıpratmak, benim gibi bir polisle irtibatlı olmak, o örgütü zayıflatan ve aşağılatan bir şey. Öyle algıladılar. Siz şöyle dediniz: “SDP’lileri beni mahkum etmek için bu davaya bağladılar.”
Evet, aynen öyle. Üzülerek söylüyorum; legal bir partinin tüm yönetimi mahkum edildi. Hem de hiçbir suçları yok. O arkadaşlara isnat edilen suç, çatı partisi kurma çalışmasına katılmak. Çatı partisi de Devrimci Karargah’ın öngörüsüymüş. Akıl var, mantık var. İllegal bir örgüt legal yapıyı zaten savunmuyor. İkincisi, çatı partisine kimin katıldığı belli. Ki bu örgütün adından önce var. Nihayet de kuruldu ve partiye dönüştü. Kimse bu partiye bir şey sormuyor. Ama parti çalışmasına katıldı diye tüm SDP’li yöneticilere ceza verdiler. Resmen legal parti cezalandırıldı. Ceza alınırsa o parti kapatılacak. Aynı zamanda TİKKO ve PKK propagandasından da yargılandınız. Kitapta, terörle mücadelede eğitimin önemiyle ilgili anlatımımdan dolayı PKK ve TİKKO propagandası yapmaktan yargılandım. Ben örgüt mensuplarının kendi davalarına çok samimice bağlı olduklarını, ciddi eğitimden geçtiklerini, en ağır şartlarda bile eğitime ara vermediklerini anlatıyorum. Orada anlattıklarım TİKKO ve PKK mensubu olduğu için beni yargıladılar. Ertelendi dava, biliyorsunuz. Ankara’daki faili meçhul cinayetler davasından da şüpheli yaptılar beni. Halbuki Susurluk olayında ilk ifadeyi veren benim. Onun takipsizlik kararı yeni geldi; yönetim değiştikten sonra geldi. Başka soruşturmalar da var hakkımda, kapanmamış; özel yetkili savcılıkta… İsmini bilmiyorum. Hâlâ ucu açık soruşturmalar var.
TİKKO, Devrimci Karargah ve PKK’nın sizinle kurabileceği en olağan ilişki, size bir zarar verme yönünde olabilir, değil mi?
Mazi itibariyle Emniyet’te, örgütsel faaliyetlere en çok ben engel olmuşumdur; biliyorlar. Suç isnat edebilmek için mantık ölçüsü kaldırılmış. Ne bulursak onu isnat edeceğiz. Ölçüsüzce saldırıydı. Akıl var, mantık var; bir insan dört ayrı gizli terör örgütüyle istese de ilişki kuramaz. Siz isteseniz de örgütler sizle kurmazlar. Legal adresler değil, varıp da ben sizle konuşayım diyesiniz. Hadi, biriyle diyelim kaza bela bir temasınız oldu; dördüyle bir temas olması mümkün değil. Hepsi farklı anlayışın, farklı çizginin insanları. Çok açık, herkes de biliyor; bilmesine rağmen illa ben bunu yaparım diyerek, dayatma yapılıyor. Devrimci Karargah Davası’nda sanıklardan Mehmet Güneş, “Sıradan ilişkileri bile örgüt ilişkisi olarak yorumlayanların kendisi örgüttür” demişti. Buna katılıyor musunuz?
Siz de haberlerini yaptınız; yok poşu taktı, yok şu olaya katıldı, yok seminere katıldı… Herkes de yemek yiyor, örgüt mensubu da yiyor, o zaman yemek yiyenlerin hepsini tutuklayamazsınız. Öyle bir hale gelmişti ki… İnsanları tutuklayabilmek için ağır itham lazım. İnsanları özel yetkili mahkemede tutuklamak için örgüt iddiası lazım. Ondan dolayı bu iddialar yakıştırılıyor ve bu bahaneler yaratılıyor. Yoksa örgütle ilgili geçmişte yaşanmış nice mahkemeler, Yargıtay içtihatları var. Hiç kimseye bir olaya katıldı diye örgüt mensubu denemez. Bunun şartları var: Kod adı olacak, rapor verecek, sorumluluğu olacak, devamlı irtibatı olacak, gizli bağı olacak… Bunlar olmaksızın sadece bir eylemden, bir açıklamadan, bir kitaptan ötürü insanlar cezalandırılamaz. Ama maalesef böyle bir dönem yaşadık. Gizli tanık uygulaması vardı keza.
Aslında bütün soruşturma yöntemleri kötü niyetle kullanıldı. İhbarlar kötü niyetle kullanıldı. Kendi ihbarlarını kendileri verdiler. Dinlemeler ve izlemeler de kötü niyetle kullanıldı. Hukukun makul ve modern soruşturma yöntemi olarak önerdiği her şey… Sizce bu süreçte hükümet gerçekten kandırıldı mı?
Basiretsizlik diyelim. Kandırılma yok. Birtakım şeyleri görebilmek gerekir, devlet adamlığı bunu görmeyi gerektirir. Görmeyenlerin kötü niyetli değil, sadece basiretsiz olduklarını veya tahmin etmediklerini düşünüyorum.
Siz basiretsiz olduğunu düşünüyorsunuz ama iktidara yakın bir gazeteci, cemaate seslenerek, “Bizden önce ne kadar valiniz vardı, şimdi ne kadar var?” diyebiliyor. Yani kamusal olanakların bölüştürüldüğü anlaşılıyor.
Evet, iktidarlar kendilerine oy veren insanlara bazı nimetler dağıtır. Buna rağmen onların bunu normal kullanacaklarını, hele hele kendilerine karşı kullanacaklarını tahmin etmediklerini zannediyorum. Peki neden o zaman sizi memuriyetten men ettiler? Benim yazdığımı onlar öyle algılamadılar. Hem hükümete hem cemaate karşı yapılmış kötü niyetli bir girişim olarak gördüler. Kaç kez ihraç edildiniz?
İkisi meslek ve memuriyetten, beşi meslekten. Dava sayısı biraz fazla. Ceza davası 10 kadar. İdari yargı daha fazla. Ne kadar tazminat ödediniz?
Emeklilik ikramiyemin yarısına yakınını tazminat davalarına ödedim. Size dava açanlardan biri de, eski İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Ali Fuat Yılmazer’di. Yılmazer’e 130’u aşkın takdir ve teşekkür belgesi bu iktidar döneminde verilmiş. Bu takdir ve teşekkürler de iyi niyet sonucu mudur?
Görevlerinin bir kısmının yanlış ve sahte olduğu, hukuka aykırı olduğu şimdi ortaya çıkıyor. Ama 130 da biraz fazla değil mi?
E tabii biraz abartılmış. Tabii bir de şu var: İstanbul’da polisi biraz teşvik etmek için ufak tefek başarılar genelde ödüllendirilir. Amirler sınıfında biraz fazla olur. Biraz da belli bir dönem yapılanlar alkışlandı. Bile bile mi?
Yok, belki bazen işine geldi. Bir de şu var: Türkiye’de belli bir sol kesim de, liberal kesim de, yapılan olayları, ‘Türkiye bağırsaklarını temizliyor’, ‘kirli geçmişiyle yüzleşiyor’ ve ‘askeri vesayetle yüzleşiyor’ diye alkışladırlar. Ben de böyle düşünebilirdim. Benim 28 Şubat tavrım var. Ben bunların nasıl yapılması gerektiğini bildiğim için normal olmadıklarını gördüm. Sizi iktidardan daha basiretli kılan ne?
Ben polisim. Polisin yaptığı işlemlerin nasıl yapılması gerektiğini biliyorum. Yargının nasıl çalışması gerektiğini biliyorum. Bunların normal olup olmadığını görüyorum. Önce biliyorsunuz; polis teşkilatı içerisinde cemaate mani olacak bazı isimler ayıklandı. Adı duyulmayan insanlar da var. Ben onlara bakarak… Bunların teker teker cemaat tarafından tuzağa düşürüldüğünü emniyette herkes biliyor da seslendirmiyorlar. Neydi engelleyen?
O dönemin Ergenekon ve Balyoz gibi tahkikatların verdiği bir hava vardı. Gerçekten önemli şeyler yapılıyormuş, askeri vesayetle mücadele ediliyormuş gibi bir görüntü vardı. Bu tahkikatlar zarar görmesin diye bu insanlar kollandı. Yılmazer’in, “Her operasyondan önce Başbakan’a bilgi verdim” iddiası doğru mu sizce?
Bir şey diyemem. Biri doğru, biri yanlış diyor. Ama şu var: Eğer yanlış bilgi verirseniz yanlış da yönlendirirsiniz. Birçok konuda Başbakan’a doğru bilgi verilmediği kanaatindeyim. Oda TV Davası’nda çok güçlü ve teknik bir savunma yaptığınız halde sonuç değişmedi. Neden sizce?
TÜBİTAK raporu bile her şeyi ortaya koyuyordu. TÜBİTAK, o virüsü almış, onların bilgisayarına benzer bir bilgisayara yüklemiş ve virüsün ne yapacağını simüle etmek istemiş. Bilgisayar kendiliğinden çalışmış, ele geçirmiş, Amerika’dan bir yere bağlanmaya kalkmış. Bilgisayar, virüsün Amerika’da bağlanmaya çalıştığı site gibi bir bilgisayara bağlanmış; şifreli haberleşmeye kalkıştığını görmüş. Yani olayın nasıl olduğu TÜBİTAK’ın en kötü raporunda bile gözüküyor. Detayına bakarsanız, daha da aşırısı gözüküyor. Buraya kasıtlı olarak soruşturma yapanlar tarafından konduğunu gösteriyor. Bunu mahkemenin de görmesi gerekiyor ama görmüyorlar. Nedim Şener ve Ahmet Şık neyin kurbanı oldu? Nedim beni, benim kitabımı, daha önce yazdıklarıyla beraber savunmasından ötürü hedefti. Ahmet ise cemaat kitabı yazdığından hedef oldu. Belgelere bakıyorsunuz; Ahmet, Nedim ve ben başta hedef değiliz. Oda TV aranırken, hedefleri belli insanlar var: Soner Yalçın ve arkadaşları. Arama yapılırken bazı evraklar bulunmuş, evraklara dayanarak, Nedim’in, Ahmet’in, benim ve Kaşif Kozinoğlu’nun burayla bağlantısı olabileceğini kanaat etmişler. Tesadüf bulunma sonrası savcılık TEM Şube’ye yazı yazıyor; diyor ki, “Bu kişiler hakkında bilgi varsa bize gönderin.” Nedim Şener ve Kozinoğlu ile ilgili iki gün içerisinde, 1134 sayfalık evrakı teslim etmişler. Nedim’i 2009’da dinlemişler. Üç savcı “Bir suçunuz yok” diye kapatmışlar, her şey imha edilmiş. Fakat Nedim’in konuşmalarını “İmha ettik” dedikleri halde etmemişler. Oda TV soruşturmasından bir ay önce gece sabaha kadar 500 sayfa çözmüşler. Yani Nedim’in bu soruşturmaya dahil edileceği belli. Hazırlık yapılmış, sabah çözülmüş. Madem Nedim buna dahil değildi, niye hazırlık yaptınız? Yine benimle ilgili 518 sayfa evrak hazırlanmış iki günde. İki günde bunu daktilo edemezsiniz. Bugün cezaevinde röportaj yapan, cezaevinden çıkarken sizinle resim çektiren, kahraman olduğunuzu düşünen kimi gazeteciler, sizin kitabınız çıktıktan hemen sonra, cezaevine girmenizden hemen önce, sizin hakkında, “Hanefi Avcı’nın adını duyduğumda böğüresim geliyor” diyebilmişti. Ne değişti onlar açısından?
(Gülüyor) Onlara sormak lazım. Bunlardan bir kısmı haksızlık yaptığını diyerek özür dilediler. Ben samimi olanlarını anlayışla karşılarım. Siz siyasi iktidardan gazetecilere herkesin ‘iyi niyetle’ hata yapmış olduğuna inanıyor musunuz?
Bir kısmının yapmış olabileceğine inanırım. Mesela hükümet. Bana kötülükleri dokunmuştur ama en azından bu kendilerine yönelinceye kadar cemaat bunu yapmaz zannediyorlardı. Ama yapılan bazı hukuksuzlukları görüp ona müsamaha ediyorlardı. Cemaatin yapmayacağını tahmin ederken, sizin yapacağınızı neden tahmin ediyorlar?
Onlar şunu düşünüyor: Bana yapılanı, biraz bu işi faş ettiğim için makul görüyorlar. Cemaatin bazı kanunsuzluklarını azıcık görüyorlar. Türkiye’deki sorun bu tabii: Şimdi siz ne olursanız olun her şeyin hukuki olmasını istersiniz. Ama bazen şunu düşünürsünüz: Benim hasımlarıma hukuksuz işlem yapılabilir. Herkes sizin için şu kanaatte: İşkenceden yargılanması gereken adamı düşünce suçlusu yaptılar. Onu abarttılar aslında bakarsanız. Beni bulunduğum zaman ve zemine göre değerlendirmek lazım. Ben 1980’den 1983 yılının başına kadar Mersin’de fiili sorgu operasyonlarında bulunuyordum. Mersin’de karşılaştığım insanlarla arkadaş ve dostum. Sadece Nejdet Kılıç (Devrimci Karargah Davası sanığı) değil… Fiili işkence uyguladınız mı?
…Yalnız Nejdet değil, herkesle muhatabım. Ama o dönem uygulanan yanlışlıklar doğru mu? Hepsi sadece Mersin’e ve bana ait değil Türkiye’nin genel yöntemi. En azından şahsınıza soruyorum: İşkenceye katıldınız mı?
Bunu demek yanlış olur. Niye? Çünkü her döneme ve zemine göre bu kelime değişir. Sorgu amaçlı kötü muamele…
Şunu demek lazım: En azından yapılan işlemler hukuka uygun değildir. Bugün modern manada insan haklarına uygun değildir. Adam dövme…
Adam dövmesinden aşağılanmasına, tuttuğunuz ortam… İnsanları kapalı spor salonunda tutuyorsunuz. Peki o günkü davranışlarınızdan ötürü yargılanmanız gerektiğinizi düşünüyor musunuz?
En büyük yargıyı insan kendi vicdanında yapmalıdır. Mersin’deki insanların hepsi benim arkadaşımdır. Kaç kişiyi sorguladınız bu dönemde?
Mersin’de sayı oldukça kalabalıktır. Bunların ne kadarı işkenceli sorgudan geçmiştir?
Ben tek başına her şeyi yapan biri değilim. Siyasi Şube’nin parçasıyım. Olaya bütün bakmak lazım. Türkiye’nin tamamından kötü muamele söz konusuydu. Sizin nezaretiniz altında kaç kişi bu şiddetten geçmiştir?
Bir kişi de, yüz kişi de olabilir, bilemezsiniz. Mühim olan şu bak: Bu bir kişi de olsa böyle bir olayın olduğu fikri bile yeterlidir. Rahatsız olmanız için… Özel bir kastınız var mıydı?
Hayır, herkes görevim dışında bir kastım olmadığını bildiği için bana samimi yanaşıyorlar. O zamanki milliyetçi eğiliminiz, solculara özel bir antipatiniz…
Benim herkese eşit muamele yaptığımı herkes bilir. Şunu demek istiyorum: 1983’ten sonra insanlarla muhatap olan bir görevde çalışmadım. İstihbarattaydım. Cemaat biraz bu yönü kasti abarttı. Bana sol kesim sahip çıktığı için özellikle abartılar. Mesela İstanbul’daki bazı operasyonlar… Ben operasyona gitmem ki, tamamı yapan insanlara ait. İllegal dinlemeler meselesi?
Ona gelelim. Benim bu işe başladığım zamandan bugüne, 1987 ile 1995 arası yaptığım her olayın hesabını veririm. İllegal mi bunlar?
Hayır, o zaman kanun yok. Yasası yok, mevzuat yok. Peki, sizin odanızdan çıktığı iddia edilen ses kasetleri hangi döneme aitti?
Ben evraka baktığımda, 1990 ile 1997 arası gözüküyor. Sizin yaptığınız dinlemeler mi?
Hayır, hatta bir kısmı askeri santraller… Kim dinledi o zaman?
Cemaatin arşivi. Cemaat o tarihte emniyette, jandarmada, MİT’te gayrıresmi dinlemeleri topluyor arşivinde, onları buraya koyuyor. Dinlemelerin bir kısmı sizin döneminizde mi yapıldı?
Belki olabilir. Sizin de dinlediğiniz insanlar da mı var arasında?
Hayır, kesinlikle. Olsa, ben zaten bilirim, hesabını da veririm. Siz böceği yaygın kullandınız. Edirne’de koydurduğunuz böcekler televizyondan, minareden çıktı. Sizin geliştirdiğiniz tüm yöntemler sizin ve toplumu aleyhine kullanıldı.
Bunlar sadece terörle mücadele için kullanılabilir, başka şekilde kullanılmaz. Kullanmaya kalkarsanız felaket olur. Terörle mücadele etmeniz için bu ihtiyaç var çünkü terör örgütleri buna göre tedbir alıyor. Bütün mesele, bunu hukuka aykırı kullanmayacaksınız. Siz bütün davalar için aynı eleştiriyi yapıyor musunuz? KCK, Devrimci Karargah, Şike…
Hatta diyorum ki, adi davalar daha kötü. Hepsi cemaatin yürüttüğü davalar. Cemaatin bakış açısı dolayısıyla uyuşturucu ve mafyayla mücadele ediyoruz diye bir ton insana verdikleri zarar var. İnanılmaz cezalar veriyorlar. Siyasi davaları herkes görüyor, biliyor. Ama adi davlarda da onun gibi anılmalı. İnsanları kesip biçiyorlar. Bu davalarda görev alan polis müdürlerinin bilgi enforme ederek kitap yazmasına yardımcı oldukları kişiler milletvekili oldu AKP’den. Bu da mı acaba iyi niyet sonucu oldu?
Değil ama bir dönem ittifaktı diyelim, onlar kendilerini ittifak görüyorlardı. Bu ittifak da ölçüsüzdü, etik değildi. “AKP ve cemaat ittifakı hukuk dışıydı” diyebiliyor muyuz? Hukuk ve etik dışıydı. Sizin tutuklanmanızdan önce yaptığımız söyleşide bana, cemaatin bir suç örgütü görünümü arz ettiğini ancak anayasal düzene karşı hareket ettiği iddiasına da bakmak lazım demiştiniz. Bugün görüşünüz ne?
En azından bir çıkar amaçlı örgüt var, bu örgüt mevcut hükümetin, mevcut yönetimin tüm politikalarının yerine kendi politikalarını uygulamaya kalıyor. Silahlı bir örgüt mü?
Silahı yok ama şu var: Ergenekon’da, Poyrazköy’de, şurada burada gömüldü denen silahların da bu örgüte ait olduğu gerçeği var. Bu onu silahlı örgüt yapar mı?
Yapmaz, silahlı şiddet kullanmadığınız sürece silahlı örgüt olmazsınız. Ama insanlara iftira etmek ve insanları mahkum etmek için kullanılan malzemedir. Bir de bu silahlı niye bulunduruyorsun, bunun hesabı ayrı bir olaydır. Bu silahlı bulundurmak da ayrı bir suçtur. Bu dönemde yargılananlar ve ölenlerle ilgili bir adım atılmalı mı?
Ben derim ya, ‘bu olayın son mağduru, hükümet’ diye… Birinci mağduru, ismini cismini bilmediğimiz bir ton insan var. Ergenekon ve Balyoz ve bir sürü davanın mağduru var. En çok istediğimiz şu: Yeniden yargılanma istiyoruz. Kimse yargılanmaktan çekinmiyor ama adil bir yargı istiyoruz. Kısmen yapıldı, kısmen yarım kaldı. İkincisi, idari mağduriyetler. Ben, askerler, bir ton insan mağdur oldu. Bunların mağduriyetleri giderilmeli. Birtakım insanların onurlarıyla oynandı, evlerine seks kasetleri kondu. Bunlar iade edilmelidir. Birtakım insanlar öldü. Devlet özür dilemeli midir?
Bence dilemelidir. Bu devletin özür borcu var mıdır yurttaşlarına?
Bence vardır. Çok ciddi bir yıkım olmuştur. Yaşlı bir insanı koymuşsunuz, üç yıl boyunca içeride yatırıyorsunuz. Birçok insanın ailesi dağılıyor. Bunların elbette ödenmesi lazım. Bir kesim de şöyle diyor: “O halde Ergenekon, Balyoz, darbelerle yüzleşme, bunların hepsi yalan mıydı?” Belki birileri darbe yapmaya çalışmıştır. Ben 28 Şubat’tan tutuklandım. Şu yargılanan insanlar belki de böyle bir şey yapmış da olabilir. Ama şu anda orta yere konan Balyoz Planı sahte delillere dayanıyor. davaların temelini oluşturan dokümanların hepsi hukuken sorunlu. O halde yargılananların değil, yargılayanların mı darbe yaptığı sonucuna varacağız?
Ortaya çıkan o gözüküyor. Onlar bu toplumu dizayn etmek adına tek tek kendileri başlattılar bu tahkikatları. Ama eldeki belgeler ve deliller doğru değil. 28 Şubat’ta laik askerlerin kurduğu mahkemede de yargılandınız, bugün dindar sivillerin kurduğu mahkemede de yargılandığınız. Hangisi daha adildi? (Düşünüyor) İkisi de çok adil değil ama… Birinde çok az bir ceza aldım, bunda çok ağır bir bedel ödedim. Hangisi daha ağırdı?
Bu daha ağır ama benim şahsımda da topluma verdiği imaj açısından da çok ciddi fark var: O rejimlerde insanlara korku ve panik yaydılar ama bu kadar susturulmadı. Düşünün, bir Ahmet’in kitabını bulundurmak, vermemek, avukatlar dahil, ‘örgüte yardım etmek sayarım’ diye karar çıkardılar. Basılmamış kitapları suçladılar. Öyle bir uygulama yaptılar ki, dağdaki çoban bile korktu. Bu dönem 28 Şubat’tan daha mı ağırdı?
Bence ağır değilse bile ondan geri kalır değildi. 28 Şubat’ın tek bir bakış açısı vardı. Bu dönem herkesi korkuttu. Herkesi “1 Numara yaparım” dedi. Herkes için korku kaynağı haline dönüştü. 28 Şubat Davası açıldı. Bunun da bir davası açılmalı mı?
Mutlaka açılacak. Herkes yaptığının hesabını vermeli. Onlar hukuksuz davrandılar ama bunlara karşı hukuki davransınlar. Kendilerinin yaptıkları kendilerine uygulanmasın. Onlar demedi ama biz diyoruz.